7 Ağustos 2010 Cumartesi

Kaybediş

Çıplak vücudunu yan apartmandaki balkonlara doğru çevirmiş uzanıyordu yengesinin balkonundaki bir çay bahçesi sandalyesinde. Sanırım 3. kırmızı tuborgunu yudumluyordu. Kardeşi ortamdan sıkılmış olacaktı ki az önce içeri gidip yatmıştı. Kardeşinin manitası yani yengesi de aynı şekilde... 1. kat balkonunda artık 4 kişiydik. Benim ve onun dışında bir de çift vardı. Çifti oluşturan erkek benim gibi adamdı rahat rahat muhabbet ediyor, onun yaptığı erkek muhabbetlerine bayılıyordu. Kız ise birey epey korkmuştu ondan, muhabbetinden ve çıplak vücudundan. Tüysüz, kassız göbeksiz ama kilolu vücudu salondan gelen ışık ile parıldıyor, ağzından çıkan incisözlük esprileriyle daha bir tüysüzleşip kassızlaşıyordu. Arada sırada karşısına aldığı apartmanda yaşayan 2 rusa mavi boncuk dağıtmaya çalışıyordu fakat rusların iplememesi ile bunalımlı bir geceye giriyordu. Bir süre sonra karşısındaki apartmanın en üst katına bakarken yakaladım onu. Bir şeyler izliyor ve heyecanlanıyordu. Ben de bakınca anladım ki bir kaslı adam gölgesiydi izlediği. Sırtı bize dönük kaslı adamın kafa gölgesi aşağı doğru kaymıştı ve kısmen görebildiğimiz omuz gölgeleri hızlı şekilde hareket ediyordu. Ben de çözmüştüm olayı hemen, sonuçta 22 yaşındaydım ve bir ilişkide neler yapıldığı konusuna oldukça hakimdim. Çocukça bir heyecan kapladı dört bir yanımı. İkimizde bebek gibi olmuştuk. O heyecanla ortamın içine daha da ederek çifte gösterdik kaslının dairesini. "Benim gibi adam" her ne kadar bu sahneyi beğense de sevdiceğinin hoşuna gitmemişti. Onun, kızın o geceye bir engel olduğunu düşündüğünü çok iyi seziyordum. Az sonra da zaten kızdan, kızın yanına fırlattığı tişörtünü isteyip "benim gibi adamı" ve beni de alıp Taksim’e gitme teklifi yapacaktı. Ama yalnızca benden olumlu yanıt alacaktı. İkimizde gecenin neler getireceğini bilmeden düştük yollara. Onun Taksim’de tanınmış simalardan olduğunu her mekana rahatça damsız girip çıkabildiğini önceden biliyordum fakat onu ilk defa böyle ortamlarda gözlemleyecektim, benim için de asıl önemli ve eğlenceli kısmı buydu.

Mekan 1
Kapıdaki 2 güvenlikle (güvenlikte neyse artık bildiğin badigard adamlar) sarıldı tokalaştı falan sonra cool bir biçimde içeri girdik. “Üst kata mı çıkalım yoksa biraz burada takılalım mı?” diye sordu. 1. kat elektronik müziklerin çalınıp, hiç havalı ve yakışıklı olmayan erkeklerin dans ederken kız kaldırdığı bir yerdi. Dans konusunda beceriksiz olduğum için (en son yılbaşında Ajdar dansı yapmıştım o da ayrı bir konu) bu katı pas geçip yukarı çıkmayı istedim. Yukarı katta ise Taksim’in diğer tanınmış simaları bulunuyordu. Tam istediğim gibiydi. Hemen gidip bir bira ısmarladım ona. Sonra bir köşeye oturup tuzak kurduk. Tuzak kurmak onun ilgi alanıydı. Tuzak kurmak genelde erkeklerin, istisnai durumlarda kızların, yüksek ayaklı sandalyelere tam oturmayıp hafifçe kıçını yaslayarak etrafı kesmesidir. Bir 10 dakika kadar oturduk. Bu 10 dakika içerisinde az ilerimizde oturan Umut Sarıkaya’nın çeşitli esprilerinden ve ne kadar yarrak gibi hareketleri oluşundan bahsettik. Yan masasındaki kızlara yazış biçimi bana ve gelecek nesillere bir örnek niteliğindeydi. Sempatiği oynamak isteyen hiçbir gencin yapmaması gereken hareketlerdi. Zaman geçtikçe ne Umut’a ne ona ne de bana iş düştü. Biz de çareyi aşağıya dans edenlerin arasına karışmak ve orada tuzak kurmakta bulduk. Yaptığım gözlemler sonucunda yabancı erkeklerin, Türk erkeklerinden daha avantajlı olduğunu, ortak bir dil konuşamadan bile sadece yes, okey vb. kelimeler ile Türk kızlarını tavlayabildiklerine şahit oldum.
Bütün umutlar tükenmek üzereydi. Artık gece için son kez çabalıyorduk. Yukarı çıkıp boş bir masaya oturduk. Ben hedefimi belirledim ve ona gösterdim. Birkaç dakika sonra hedefim yan masamızdaydı. Sigara istedi hedefimden ve istemesiyle birlikte hedefim masamıza ceylan gibi sekerek gelmişti. Fiziki açıdan pek bir ceylana benzemese de -kısmen foku andırıyordu, şaka şaka- sarı saçları, yeşil gözleri ve seksi sekreter gözlüğü ile eksilerini artılara dönüştürmüştü. Hedefi puanlamak gerekirse 10 üzerinden 7 verebiliriz. Zaten her insan puanlanırken 5 puandan başlanır. Hedefin artıları büyük çerçeveli kemik gözlük, daha sonradan öğrendiğimiz memleketi Canada ve kendisine yakışan bir balıketiydi. Tek eksisi ise hayatta sevmediğim açık ayakkabı, sandalet ve parmakarası terlik sistemlerinden parmakarası terlikleriydi. Asıl konuya geri dönersek, hedef masamıza oturunca bize kendini tanıttı, adının Eden olduğunu öğrendim. Eden kelimesini daha önce izlediğim süpersonik gerilim filmi Eden Lake’den biliyordum. Pek zengin olmayan ingilizce kelime haznem üzerinden prim yapma çabalarına da girmiş oldum böylece. Eden’ın ne kadar güzel bir isim olduğunu, cennet anlamına geldiğini bildiğimi söyledim. Sonra Canada üzerinden de prim yaparım diye düşündüm. Hepimizin sevdiği How I Met Your Mother’daki Robin Scherbatsky konusunu açtım. Bilmediğini söyledi ve konu kapandı. Gerçekten bir Canadalının Robin’i bilmemesi benim ondan sadece soğumama değil, gitgide “Cadanalı”(Adanalı conoların kısa yazılımı) biri gibi gözükmesine sebep oldu. Son kozumu da oynamayı istedim nedense. Vücudu, tipi ve tarzı “suicide girls” adlı kızları andırdığı için yeni bir konuya da ordan girdiğimde kızın ne kadar boş bir kız olduğunu anlamıştım. Fakat yine de bunlar bana engel değildi. Sonuçta benim için sadece bir avdı bu Eden.

Mekan 2
Eden ve 3 arkadaşı (biri kız) bizi gey bara götürmeye ikna etti. Gey bar olduğu için gruptaki 2 kızdan para alınmamasını rica ettik ve 3 erkek ücretli olarak girdik. İtliğin, kötülüğün, ahlaksızlığın dibine vurulduğu bu mekanda cool takılmayı yeğledim. Bir köşede dans etmeden durdum. Eden ise ortamdaki her türlü ahlaksızlığa ayak uydurmuştu. Çılgınca dansını birkaç dakika sonra yanına gelen bonus kafalı bir veletle emişerek süsleyecekti.

Mekan 3
Eden ve arkadaşlarından ayrılmıştık. Artık hemen hemen bütün mekanlar kapanmıştı ama o tecrübeli bir taksim çocuğuydu. Hangi saatte hangi mekan açıktır çok iyi biliyordu. Ara sokaklardan ilerleyip 5 katlı bir binanın terasına çıktık. Ankaralı Namık gibi bir adamın şarkısı çalıyordu. Açık bir alanda birkaç adam göbek atıyordu. Eski çirkinlerden (google ödevi açın bakın) oluşmuş kadınlarsa adamlara değişik bir tür kucak dansı yapıyordu. Göbek atan adamlardan birinin kafasıyla götü yer değiştirmiş gibiydi. Birinin ise saçları ve sakalları sararmakla kalmamış 3 4 tane kalan dişleri de sararmıştı. Gelene gidene masaj yapıyor ve yüksek sesle kahkaha atıyordu. “Nerden geldik ooolum buraya?” dedim. “Ooooğlum burada bira 2.5 lira” dedi.