13 Ağustos 2009 Perşembe

Bir Gün... Bir Sosyal Tespit Kuzeni...

Süre kısmına baktığımda 32:44 yazıyordu tam 10 dakika kalmıştı ilk 12 bölümün bitmesine. Sonraki 12 bölümü henüz çekemediğim ve çekmeye üşendiğim için içim sıkılıyordu. Son 5 dakikaya girilirken Lucas’ın Peyton’ı öpmesiyle, dizi bana dışarıdaki yaşamı hatırlattı. 2 haftadır evden çıkmayan biri olarak insanların öpüştüğünü görmek çok acayip gelmişti o an. Derhal kendime çeki düzen vermeliydim. Meseneye girip kuzenim Utku’ya yanına geleceğimi söyledim. Belli ki kız arkadaşı olmayan biri olarak o da çok sevinmişti bu duruma. Kısa mesafelik bir yere yetişmem lazımdı ilk önce. Yetişmem gereken şey saat başı kalkan bir deniz otobüsü olduğu için taksiye bindim. Yolun sonunda taksimetreye baktığımda sadece 5 Ytl yazıyordu. Çıkardım 50 lira verdim. Adam bozuk olmadığını söyledi ve kendisi de bozuldu. Anlamadığım adama parasını veriyorum ama adam para üstü veremem diyor. Sadece 45 lira verecek. Nasıl bir taksiciyse yola nasıl çıkıyorsa yanına para almayı unutuyor herhalde diye düşündüm. “E bari şuradaki taksi durağında bozarlar belki bekle bir sorayım.” dedim ve indim. Döndüğümde onların da bozamadığını anlayan taksici iyice artistlenmişti. Sanki parasını vermiyormuşum gibi çalım yapıyordu. Sinirlenip yetişmem gereken bir deniz otobüsü olduğunu ve parayı ona sonra getireceğimi söyledim. Tam giderken “Giden geri gelmez!” diye seslendi. İyice sinirlenip el kol hareketi yaptım ve ardıma bakmadan gittim.

Deniz otobüsünden inip dolmuşa bindim. Dolmuştan inerken otomatik kapısına sıkışan parmağım sızım sızım sızladı. Bir bu eksikti diye düşündüm. İnip baktım. Başparmağım yallı yullu bir hal almıştı. Derisi kalmadığı yetmemiş gibi kanlar da akıyordu. Çocukluğumdan sonra çok az yerim kanadığı için acı kavramını unutmuş olsam gerek ağlayacak duruma geldim. Uzun süre dışarı çıkıyordum ve her türlü bela beni buluyordu. Migros’a girip Migros Kolonyalı Mendil aldım. Kolonyanın yaktığı yara temizlendi. Bir süre sonra kuzenimi bana doğru gelirken gördüm. Pizza Hut’a oturup yemek yemeye karar verdik. Pizzalar yendi, dedikodular yapıldı. Oradan kalkıp Djarum Black almaya giderken bulduk kendimizi. Gazetecide vardır belki diye düşünüp sorduk. Adam “Ali var bak orda Ali’ye git” diye fısıldayıp karşı kaldırımda bir yeri gösteriyordu. Anlamadığımız yere doğru gittik. Tekelci gibi bir yer bulduk. Utku inip yaşlı başlı adama “Ali sen misin biz Djarum Black istiyoruz.” dedi. Yaşlı başlı adam korkmuştu resmen ellerini havaya kaldırdı ve “valla ben de yok” gibisinden bir şeyler söyledi. Neler olduğunu tam anlayamadan Utku’yla yaşlı başlı adam gülüştüler. Sonunda Utku geldi ve yeri öğrendiğini söyledi. Dönercinin içinden geçip bir apartmana ulaştık. Artık yasa dışı bir olay üzerindeydik. Yıkık dökük apartman her şeyi açık açık göz önüne seriyordu. Apartman önünde bir adam durmuş bekliyordu. Sorduk, o da Ali’yi bekliyormuş. Aradan 10 dakika geçtiğinde Ali ortalarda yoktu ve kapıda kuyruk oluşmuştu. Tam yakalanacağımızı düşünüp baskın olacağını sandığım an Beşiktaş marşı çalan telefonuyla Ali belirdi. Utku Ali’yle muhabbet etti sigara almakla kalmayıp. Resmen arkadaş olmuşlardı. Ali’ye kendini hemen benimsetmişti. Dönüp giderken Ali’nin avukatı olmak istediğini bile söyledi. Avukat kuzen Utku 2 dakika ayaküstü muhabbet yaptığı sahte sigaracı Ali’nin şimdi avukatı olmak istiyordu. “Oha lan” dedim kendi kendime ve muhabbeti başka yerlere çektim ama bu Ali mevzusu burada sonuçlanmayacaktı.

Başka bir mekana yürürken yolda eski metalci yeni tikky Sena’yı gördüm. Güzelim kızıl saçlarını sarı gibi bir şey yapıp kendi tarzından iyice kopmuştu. Konuştuk ayaküstü. Ne o yanındaki güzel gibi kızı benle tanıştırdı ne de ben yanımdaki yakışıklı gibi kuzeni onla tanıştırdım. Yolumuza devam ettiğimiz sırada Utku niye tanıştırmadığımı üzülerek sordu. Nedenini benim de bilmediğimi söyledim ama kafayı takmıştı bir kere. Oradaki hıncını kızın tarzıyla benim tarzımı karşılaştırarak yapmaya karar vermişti. Eskiden bir rocker, bir metalci, bir gotik gibi olan Sena’nın şimdilerde tikky olmasına sevindiğini belirtti. Ardından benim hala mal gibi rocker gibi giyindiğimi söyledi. Konuştukça konuştu. Benim giyimimi ele aldı. Üstümdeki lacivert Kappa t-shirtten başladı, siyah kotumla ve siyah Adidas ayakkabımla devam etti. Konuşmasını bitirdiğinde yeni bir sosyal statü yaratmıştı. “Marka Rocker”. Tüm akşam boyunca marka rockerlık ve Ali üzerine muhabbet edildi. Gece olduğunda sadece bira içilip yer fıstığı yenen az kızlı bir mekana girdik. Yaralı başparmağım en çok sıkıntıyı burada kabuk soyarken çekti. İlerleyen saatlerde aramıza sonradan katılan Utku’nun arkadaşı ve Utku kalkıp İstanblue’ya gitmemiz gerektiğini söylediler. Sürekli İstanblue’yu övdüler, orada bir sürü kız olduğunu söylediler. Tekel bayii bulup birkaç birşeyler aldılar ve yola koyulduk. Yol Caddebostan sahilinde son buluyordu. Ortalıkta kapalı mekan ve kız göremediğim için şok olmuştum. Torbadan votka çıkardıklarında üstünde İstanblue yazıyordu. Benim için yine hayal kırıklığı yine hüsrandı. Bütün gece yenildi içildi ve eve dönülüp yatıldı. Ertesi gün uyandığımda bir önceki günün benim için anlamını ve kim olduğumu ekşisözlükte yeni bir başlık altında okudum.


marka rocker

  1. 18-19 yaşlarında "rocker" lığa adıma atan yurdum genci, ilerleyen 2 sene içerisinde etrafındaki güzel kızların, yeni yeni sosyal sınıflara dağılmasıyla arada kalır. yavru ceylan ya rockerlıkta ısrar edip günden güne hızmayla dövmeyle bedenini dolduracak, ya da;
    " lan tikymi olsam melisler pelinler cerenler birer birer etrafımdan salata yemeye dağıldılar!"
    stresiyle tiky olmayı da bi yandan gururuna yediremeyecek ve adidas, nike ve benzer marka önce siyah ardından çeşitli renklerde tshirtlerle gardrobunu dolduracaktır. o artık marka rockerdır,
    rock n coke 'dur, candır, canandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder